Türk Halk Tiyatrosundan Bir Örnek (Kavuklu İle Pişekâr)
Orta Oyunu - Uçmak (Kavuklu İle Pişekâr)
- KAVUKLU: Sorma Tosun'cuğum, bir felâket atlattım ki tarif kabul etmez.
- PÎŞEKÂR: Aman, geçmiş olsun Hamdici'ğim...
- KAVUKLU: Geçmiş olsun ki, geçmiş olsun!
- PÎŞEKÂR: Naklet bakayım, merak ettim.
- KAVUKLU: Canım, geçende fırtına çıkmadı mıydı?
- PÎŞEKÂR: Evet, hattâ ben korkudan evin bodrumuna kaçmıştım; sen nerede idin?
- KAVUKLU: Ben göklerde...
- PÎŞEKÂR: Deme!...
- KAVUKLU: Nasıl deme!... Hâlâ tir tir titriyorum... Haşım haşım yanıyorum...
- PÎŞEKÂR: Sakın sıtma olmasın?
- KAVUKLU: Sıtma kaç para eder?
- PÎŞEKÂR: Vâh, vâh!... Aman Hamdici'ğim, anlat bakayım.
- KAVUKLU: İşte, o fırtına sabahı idi. Rüzgâr daha pek o kadar esmiyor, yağmur azar azar çiseliyordu. Evden şemsiyeyi aldım; açtım: Dırağman, Fethiye yolunu tuttum. Fâtih Meydanı'na geldim, rüzgâr ziyâdeleşti.
- PÎŞEKÂR: Açık, yüksek yerde öyledir.
- KAVUKLU: Baktım ki şemsiye dikilmeğe başladı, nerede ise elimden kurtulacak... Sıkı sıkı sapına sarıldım.
- PÎŞEKÂR: Allah vere de bocalamayaydın!
- KAVUKLU: Bocalamak nerede?... Rüzgâr sertleştikçe sertleşti, şemsiye dikildikçe dikildi.
- PÎŞEKÂR: Aman!
- KAVUKLU: Amanı zamanı yok... Bir aralık vücûdümde bir hafiflik duydum. Dikkat ettim ki Fâtih Camii'nin kapısının üstü ile bir hizâye gelmişim... Kurşunlar bana doğru...
- PÎŞEKÂR: Ne diyorsun? Yat aşağı... Maazallah bir tanesi isabet etti mi?
- KAVUKLU: Tosun, sen bunamışsın! Tüfek kurşunu değil... Kubbe kurşunları...
- PÎŞEKÂR: Hay Allah müstehakını versin... Yüreğim hop etti!
- KAVUKLU: Benimkini sorma, neler etti? Ben, hâlâ yürüyorum zannediyordum. Bir de göz ucu ile bakayım ki ayaklarım yerden kesilmiş, ben, on beş arşın yükselmiş değil miyim?
- PÎŞEKÂR - Eyl... Sonra?...
- KAVUKLU: Sonrası, büyük kubbe, derken şerefesi, derken alemleri...
- PÎŞEKÂR: Yâ düşseydin?...
- KAVUKLU: Kabil mi? Şemsiyenin sağlam olduğunu biliyordum. Artık aşağılara bakmıyordum. Gözlerim kararır diye korkuyordum. Uç babam uç!
- PÎŞEKÂR: Oh, ben senin yerinde olsam çaylak maylak, akbaba kovalar, yakalardım.
- KAVUKLU: O havada rast gelirsen...
- PÎŞEKÂR: Aman Hamdici'ğim, bir şeyi daha merak ettim... Yolu nasıl buluyordun? Pusulan var mıydı?
- KAVUKLU: Pusulam yoktu amma, cebimde, kâğıdının üzeri haritalı cigara kâğıdı vardı; çıkarıp bakıyordum.
- PÎŞEKÂR: Acaba, nerelere kadar gittin?
- KAVUKLU: Düz gitseydim, muhakkak Şam'ı bulmuştum... Fakat dik gittiğim için, haritadan bulunduğum noktayı ta'yin ettim ki Çukurbostan üzerindeyim.
- PÎŞEKÂR: Eh... Ne ise!... Pek o kadar uzun değil.,.
- KAVUKLU: Evet... Ne diyordum?
- PÎŞEKÂR: Çukurbostan üzerindeyim, diyordun.
- KAVUKLU: Hâ... Bir de, rüzgâr birdenbire kesilmez mi? Başladım inmeğe...
- PÎŞEKÂR: Aman!...
- KAVUKLU: Aman ki aman! Tam yarı yola kadar indim, güneş de çıktı... Çıkar çıkmaz gözlerim kamaştı... Ne oluyorum demeğe kalmadı, şemsiye 'Paff!' dedi, delindi...
- PÎŞEKÂR: Eyvah!...
- KAVUKLU: İşitiyordum, mahalle çocukları, "Gökten insan yağıyor" diye bağırıyorlardı. Onları dinleyeyim derken, şemsiye tersine döndü. Harita elimden düştü. Ben de kendimi bıraktım.
- PÎŞEKÂR: Nereye?
- KAVUKLU: Aşağıya!
- PÎŞEKÂR: Sonra? Aman çabuk söyle, dört kulağım sende!
- KAVUKLU: Ulan, iki uzun kulak senin nene yetmiyor ki? Her ne ise... Düştüm...
- PÎŞEKÂR: Sakatlık makatlık?
- KAVUKLU: Yok. Düştüm, ama bir şeyler hışır hışır etmeye başladı. Her tarafım birden bire kapandı.
- PÎŞEKÂR: Kuyu mu?
- KAVUKLU: Değil... Burnumla bir kokladım ki lâhana kokuyor.
- PÎŞEKÂR: Hışır hışır mı ediyordu? Öyle ise tam göbeğine saplanmışsın.
- KAVUKLU: Tam da buldun... Ben düşerken meğer o açıkmış. Ben düşünce kapandı. Dış yaprakları sımsıkı sarıldı. Koluma, bacağıma bağlandılar zannettim.
- PÎŞEKÂR: Lâhana korkmuştur!
- KAVUKLU: Korktu... Şimdi ben burdan nasıl çıkacağım, diye düşünürken bir sallantı, bir sallantı...
- PÎŞEKÂR: Ne oluyor?
- KAVUKLU: Ne bileyim... Bir sağa gittim bir sola.... Lâhana ile beraber olduğum yerden âdeta koptum... Kulak verdim ki bir Arap karısı söyleniyor. Şimdi ben bunu eve götürürü dolma yaparım, diyordu. Yüklendi... Git bire git... En nihayet durdu... İndirdi... Derken etrafımda çatırtılar Başladı. Bir şeyler kopuyordu. Arap karısı lâhanayı hızla yere bırakınca ufak bir çatlak hâsıl olmuştu. Gözümün birini oraya diktim, gözlüyordum. Elinde kara saplı bir bıçak, dış kabukları soyuyor... Rutubetten sesim kısılmış... Bir türlü bağıramıyorum. Bıçağı gözet, bir tarafıma saplarsın diyemiyordum. Tam bana üç dört yaprak kalakaldı, lâhanayı kapınca ocaktaki iri bir tencereye atmasın mı?
- PÎŞEKÂR: Ey?
- KAVUKLU: Bir haşlandım, bir haşlandım! Gözlerimi açtım ki ter içinde kalmışım...
- PÎŞEKÂR: Sonra?
- KAVUKLU: Hâla mı sonra? Allah hayırlar versin, meğer rüya imiş!
Devlet Kitapları - Türkçe Ders Kitabı s:148